Bu Blogda Ara

28 Ekim 2013 Pazartesi

Disconnect

Genel anlamda sozyal medya ağırlıklı bir blog olmamıza ve buna uygun teknik ağırlıklı yazılar yayımlamamıza rağmen; Disconnect adlı 2012 yılı yapımı filmi izleyince hakkında birkaç kelime etmemek olmaz diye düşündüm.


Burada uzun uzun film hakkında gerçek anlamda bir sinema eleştirisi yazmayacağım. Zaten bu yönde de ne bir eğitimim ne de yetkinliğim var. Bu yazıdaki amacım sosyal medya ve internetin tema olarak alındığı bu filmin bana düşündürdüklerini sizlerle paylaşmak olacak.

Filmdeki karakterler aynı zaman diliminde birbirlerine paralel hayatlar yaşıyorlar ve modern insanın artık kaçamadığı internet ve sosyal medyaya bir şekilde, belli bir dozda bağlılar ya da bağlanıyorlar. Açıkcası filmin konusu ve anlattıkları bizim blogumuzda anlatmaya çalıştığımızın tam tersi. Biz burada sosyal medyanın kullanım alanlarını, faydalarını v.b. anlatırken filmde madalyonun diğer yüzü anlatılıyor. Yani insan hayatı üzerindeki kötü etkilerini konu alıyor. Bunu da oldukça başarılı sunduğunu söyleyebilirim.

Filmin bana düşündürdüğü şeyler arasında birçok soru mevcut. Mesela insanoğlu neden sosyal medya araçlarına otomatik olarak büyük bir güven duyuyor? Tamam elinde olmasına rağmen hiç kullanmayan ve bunu da güvensizlik ile açıklayan insanlar da var ama azınlıkta oldukları da bir gerçek. Bahsettiğim güven duygusu öyle bir boyuttaki insanlar, gerçek hayatta hiç görmedikleri kişilere çıplak fotoğraflarını rahatlıkla yollayabiliyorlar. Filmde de bahsi geçen bu durumu geçenlerde Jay Leno programında yaptığı sokak röportajlarında somutlaştırmıştı.

İnsanlara iki temel soru soruyor; birincisi sosyal medyayı ne sıklıkta kullanıyorsunuz ( cevap çoğunlukla bağımlılık derecesinde )? İkincisi de; "hiç sosyal medya aracılığı ile çıplak fotoğrafınızı paylaştınız mı? Bu soruya genelde verilen cevap "evet , onlarca ya da yüzlerce kez" oluyor. Filmin de alttan alta sorduğu sorulardan biri bu. İnsanoğlu nasıl bu kadar kolay güvenebiliyor? Belki bu güvenin sonuçları her zaman filmdeki kadar ağır olmayabilir ama bırakın interneti ya da sosyal medyayı herhangi birşeye bu kadar büyük bir çoğunluğun, bu kadar kolay güvenebilmesinin altındaki dürtüler araştırılmalı ( belki de çoktan birileri araştırmıştır ) diye düşünüyorum.

Güven konusunun sonuçlarından biri olan suistimal de filmde birkaç farklı açıdan işleniyor. Çocuklar ve gençlerin cinsel istismarı, maddi hırsızlık, ruhsal çöküntü ve yanlızlık duygusu ile boğuşan insanların istismarı v.b. Öncelikle şunu belirtmek gerek. İstismar en az insanoğlu'nun bu dünya üzerindeki varlığı kadar eski bir konu. O yüzden bazıları gibi kolaya kaçıp suçu internete atmayacağım. Burada söylenebilecek belki de yegane eleştiri internet ve sosyal meydanın bu niyette olan insanların işini kolaylaştırdığı olabilir.Peki internet ve sosyal medya için içerik, araç üretenler bunun önüne geçebilir mi? Onsekiz senedir IT sektöründe çalışan biri olarak cevabım net; "Maalesef, Hayır". O yüzden film internet ve sosyal medya üzerinden yapılan istismarı anlatırken çözümsüzlüğe de vurgu yapıyor ve somut olarak da kimseyi suçlamıyor.

Filmde değinilen bir noktada ailenin rolü. Yani "gerçek" hayattaki iletişim halinde olduğumuz insanların. Genel anlamda aileler bu konuda tutucu davranıyorlar. Bu tutuculuk hem kuşak farkından hem de hayat tecrübelerinin sonucu doğal karşılanabilir. Ancak tutucu gözle baktıkları ve bağımlılığını hoş karşılamadıkları ortama çocuklarını asıl kendilerinin ittiğinin farkındalar mı acaba? Maalesef değiller. Filmin çekinmeden vurguladığı konulardan biri de bu. 

Günümüzde aileler her ne kadar çocuklarına kızsa da onları yanlızlaştırıp, gerçek hayat yerine sanal dünyaya iten de kendileri. Üstelik çözümü de hem devletten, içeriği ve araçları sağlayanlardan bekliyorlar. Tabii bu kişi ve kurumlarında üstüne düşen sorumluluklar var ama eğer sanal dünya ile gerçek dünyanın ilişkisi belli oranda sağlıklı yürüyecekse bunda aileler birinci derecede sorumlular. Ancak kendilerinin sandığı gibi yasaklayarak değil, gençlere gerçek dünyanın alternatiflerini gösterme ve onlarla iletişim kurma yönünde kendilerini geliştirerek bu sorumluluğu yerine getirebilirler.

Uzun bir yazı oldu, sıktıysam özür diliyorum ve hemen bağlıyorum. Sonuç olarak film kesinlikle izlenmesi gereken başarılı bir yapıt ve birkez daha bizlere gösteriyor ki; birçok şeyde olduğu gibi "niyet" gerçekten çok önemli. İnternet ve sosyal medyayı kullanırken veya burada hizmet sunarken niyetininz kötü ise her türlü kötülüğü yapabilir ya da maruz kalabilirsiniz. Bu insanoğlunun tabiatından kaynaklanıyor. O yüzden internet ve sosyal medyayı yasaklamak yerine önce kendimizi eğitmeli ve araç olarak kullandığımız bu mecraları suçlamaktan vazgeçmeliyiz. İyiliklerin olduğu kadar kötülüklerin arkasında da hep insanoğlu vardır. Ve yine aynı insanoğlu suçu bir başkasına ya da birşeye atmaya bayılır. Unutmayalım.

İyi günler dilerim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder